İdil Tulun: HİBRİT DİL

Sabah, saat sekize gelmek üzereydi. Sessizliğin Sesi Grubu Editörü daha “Günaydın!” demeden konuşmaya başladı telefonda…
-İdil Hanım, geçen gün Türk Dili konusundaki yazınızı yayına verelim demiştim. Siz de beklemesini istemiştiniz. Dün gece, o yazınızla nerdeyse yüzde yüz örtüşen bir program vardı. Tayfun Talipoğlu’nun TRT 1′deki programı…
-Eğer izlediyseniz?.. diye devam etti.
İzleyememiştim. Bunu söylediğimde:
-Yazı hakkındaki fikrimi, değiştirip değiştirmeyeceği mi sordu.
-”Hadi” dedim. Madem güne böyle başladık, şu yazıya da yeniden bir el atayım; olsun, bitsin.
İşte aşağıda okuyacağınız, eskisinin tedavülden kalkması sonucu devreye giren aynı başlıklı, aynı konulu yeni yazıdır.
Yazana kimse dilemedi ama okuyan herkese kolaylıklar dileyerek başlıyorum.
Birkaç hafta önce Kadıköy’de vapurdan inmiş, kalabalık içinde hızlı hızlı yürürken bir dükkân ilişti gözüme: Adı “Derwish”!
Lokanta veya şarküteri gibi bir yerdi. Şu an net hatırlamıyorum.
Adını Derviş koymak istemişler herhâlde…
Sahiplerine güzel Türkçemizin harfleri yetersiz gelmiş olacak ki ekleme yapmışlar sözcüğe…

Şaşırıp kalmamak mümkün mü?

O günden sonra aklıma geldikçe hemen her yerde, örneğin; otururken, yürürken, dolmuşta giderken dükkânların tabelalarına bakmaya başladım.
“Dönerchi”, “Kebapchi”, “Shekercy”!..
İngilizce gibi görünen o kadar çok isim var ki inanamadım.
Daha da ilginci on iki, on sekiz yaş grubunun kullandığı dil…
Kelimeleri ve harfleri öyle değiştiriyorlar ki anlamak mümkün değil. Hatta bu değiştirmelere bir de kısaltmalar katılınca duyduğunuz seslerin, Türkçe mi yoksa başka bir dilde mi söylendiğini anlamakta zorlanıyorsunuz. 

Örnek mi?
Tanık olup kayda aldığım bir dolu yazışma arasından birine bakalım.
Soru: “bgn snawdan snra ishin yksa grşelimmi”.
Yanıt: “ok snw çıqışı hbr wercm. by”
Türkçelerine gelirsek:
“Bugün sınavdan sonra işin yoksa görüşelim mi?”
“Tamam, sınav çıkışı haber vereceğim. Allahaısmarladık.”
Yirmi dokuz harfle yetinmeyip yabancı alfabelerden harf tırtıklamak…
Yetmedi, üstüne birde komik ve gereksiz kısaltmalar yapmak!
Çılgınca bir hızla yayılan bu rezillik kimlerin eseri acaba?
Uygulanış ve yayılış hızına bakarsanız varacağınız kanı şu:
Ya bu iş için yeni okul açıldı ya da mevcut okullarımızın eseri bu!
Artık ciddi yazışmalarda bile terkedilen “r” harfini de selamlamadan geçmeyelim.
“Geliyo”, “beyenio”, “bi bakar mısın?” gibi… Bu arada “beyenio”nun “beğeniyor” olduğunu çözdüğünüzü umarım. “Y” ile “ğ”ye takas yaptırmak kimin aklına geldiyse..
İki kelime arasına yabancı dilden bir şeyler sokuşturanlara ne demeli?
“Prezentasyonumu print out yaptıktan sonra direktörüm okeylerse yarın sabah start alırız. O yüzden bütün hafta full-time çalışacağız.” 

Çevirisi:
“Yapacağım sunumu yazdıktan sonra eğer müdürüm de onaylarsa işe yarın sabah başlarız. Hafta boyunca yoğun çalışacağız.”
Türk Dili, anlatılmak isteneni ifade etmekte çok zengin imkânlara sahipken, konuşmaların orasına burasına yabancı kelimeler doldurup saçmalayanları anlamıyorum. Bu meraklarının nedeni de belirsiz.

Yapılanlar bende, Osmanlılardaki yabancı hayranlığının tekrar hortladığı hatta hortlatıldığı izlenimini veriyor.
Bir dil bir başka dilden tabii ki etkilenebilir. Kültürlerin etkilendiği gibi dillerde de bir takım etkileşimler olması doğaldır. Ancak bu, özenti içinde yabancılaşmaya yönelme tarzında olmamalı..
Küçükken babamdan hep şu sözü duyardım da ne anlama geldiğini tam olarak çıkaramazdım. Dil konusu açıldığında her zaman şunu derdi: “Türkçe dünyanın en güzel dilidir. Yazıldığı gibi okunan, okunduğu gibi de yazılan tek dil Türkçedir. Başka dil bilmiyorum. Bunu anlayabilmek için İngilizce, Fransızca gibi dillere bir göz atmak yeter. Bu konuda İtalyancayı öve öve bitiremeyenler ya yabancı hayranlığından ya da bilgisizlikten konuşuyor. İtalyanca bu konuda Türkçenin eline su bile dökemez. Çünkü İtalyanca, yazıldığından farklı okunan birçok sözcüğe sahip…”
“Baban da nereden bilirmiş!” diyenler çıkarsa Ah! O Eski Günler, Af, 1914 Kışında Sarıkamış Karları gibi şiirleri* okumadınız mı?” diye soru yöneltirim ben de… 

İzlediğim yabancı filmlerde birçok kez tanık olduğum bir sahne vardır. Adam gazetecidir ve yazısını yayına yetiştirme çabasındadır. Yanındaki meslektaşına dönerek yazmakta olduğu kelimede hangi harfleri kullanacağını veya nasıl heceleyeceğini sorar. Sıkça karşılaştığımız bir başka örnek de karşısındakinin ismini yazmak isteyenlerle ilgili…
Ya harfleri sorar ya da nasıl hecelendiğini…
Klişe sahnelerdendir. Filmlerde görürüz hepimiz.
Eskiden nasıl olur da bilemezler diye sorardım kendime. 
Dilimizde böyle gariplik olmadığından daha önce yaşamadığım bir durumdu bu…

En üzücüsü de yeni nesil tarafından neredeyse hiç kullanılmayan, belki de yeni nesile öğretilmeyen inceltme işaretleri… Öğrenmediklerinden, yazarken kullanmadıkları gibi konuşurken de yanlış kullanıp bilenlerin kulağını rahatsız ediyorlar. Hala ve hâlâ kelimeleri arasındaki farkı düşünün. Cümlenin gidişinden hangi anlamın yükletildiği anlaşılabilir belki. Anlaşılabilir ama doğrusu kullanılmaya kullanılmaya; kişiden kişiye, nesilden nesile geçer söylenişindeki bozukluk…
Noktalama işaretlerindeki hatalara değinmek bile istemiyorum.

Acil olarak, Ata’mızın bize bıraktığı bu güzel dile gereken gözle bakmalı gereken önemi vermeliyiz.
Dilimize saygı duymayan, daha da acısı bunun farkına bile varmayan bireyler olmaktan kurtulmalıyız.
Uydurma, ucube, yaban budalası kelimelerse tek tek ayıklanmalı.
Eğer bunları yapmazsak gelecek nesillere bırakacağımız Türkçe; özünden uzaklaşmış kaba, garip bir dil olacak.
Doğaldır ki bizler de o dili konuşan kaba ve garip insanlar…




İdil Tulun 

İdil Tulun: KAMUFLAJIN BÖYLESİ

Hayatımızın büyük kısmını; televizyon karşısında, dizilerle geçiriyoruz.
Dizilere göre hareket ediyor, yemek saatlerini dizilere göre ayarlıyor, toplantıları dizilere göre düzenliyoruz. Yayın saatlerinde telefonlarını kapatanlar bile var.

Hepimiz dizi hastası olduk!
Dizi hastası olduk da bir türlü itiraf edemiyoruz.
İşte bu noktada; izleyici kitlesini, “izleyenler” ve izlediğini gizleyip “Ben dizi mizi izlemem, televizyonu açmam gerekirse yalnız belgesel ve sanat programlarını izlerim”ciler olarak iki gruba ayırmak gerek.

İkinci grubun davranışı oldukça tuhaf. “İzle, kimse çakmasın”la başlayan kural kitapçıkları bile var. Nedendir bilinmez. Bir yadsıma, hatta eziklik içindeler sanki… 

“Sabah çiçekleri, sabah böcekleri, sabah kelebekleri” gibi gün ışımadan başlayan programları takip için televizyon başına geçip de “Ben televizyon izlemem!” demek nasıl iş?
Aynı numara diziler için de geçerli. İnsanın, “Bize de mi lolo?” diyesi geliyor. 

Karizma zedelenmesin diye; ellerindeki kumandayla tetikte bekleyen bu grup mensuplarının, odaya biri girince;
- “Yok yok, zap yapıyordum da gözüm takıldı.”,
- “Devamlı takip etmiyorum da rastlarsam arada bir bakıyorum.”,
- “İzleyecek güzel şey yoktu. Ben de oyalanayım dedim.”
gibi bahaneleri, “İkinci Dünya Savaşı”nın Londra uçaksavarları gibi salvoya hazır. 

Birinci gruptakiler, senaryoları kendi yaşamlarıyla özdeşleştirmiş durumda. Gerçekle hayali birbirine karıştırmış gibiler.
En azından “şüpheleniyorum” desem…
Nasıl mı?
Ünlü bir dizinin ünlü karakterlerinden “Çakır”ın ölmesi üzerine, gazeteye ölüm ilanı verip ardından helva kavurup dağıtanlar, vahim durumun göstergesi değilse ne? 

Dizideki oyuncuyu gerçek hayatta görünce dizideki ismiyle seslenen, dizinin kötü karakterini gördüğünde “Utanmıyor musun evli barklı insanla görüşmeye…” diye haykıranlara ne demeli? 

Ekonomik kriz, yeni bir canlı türünün de ortaya çıkmasını sağladı. Hani en başta “izleyenler”, az önce de “şüpheli”ler demiştim ya, işte onların evrim geçirmiş hâlini söylüyorum. Parasızlıktan eve saplanmış, koltuğun etrafında plankton hayatı yaşayan canlı türüdür bunlar. 

“Ne yapsınlar?” diye anket yapacaktım ama daha ben davranmadan onlar çare bulmuşlar.
Eminim siz de onların yanında biraz fazla kalsanız:
- “Haftada altı yedi dizi izliyorum. Her güne bir tane, şekerim.“
diye gerine gerine konuşurken bulursunuz kendinizi. 

Geçen gün televizyonda, “Ben her diziyi izliyorum, Sabah kaçanı akşam, akşam kaçanı gece, gece kaçanı sabaha karşı…” demez mi biri.
Baktım baktım ve karar verdim.
- “Bu krizzede kardeşimiz evrimin en üst halkası olarak tescil edile!..”
Ee, ne de olsa serde hanedandan olup talimat yağdırmak da var. 

Sonuç şu:
Diziler hayatlarımızı yönlendiriyor. Dizi kahramanları gibi giyiniyor, senaristlerin onlara söylettiği saçma sapan kelimelerle konuşup güzel Türkçemizi çorba etmeye uğraşıyoruz. Sanal hayatlara özeniyor, onları benimsiyor, ilişkilerimizde onlar gibi davranıyoruz.
- “Ay Bihter nasıl kıvırdı lafı, gördün mü?”
- “Behlül de iyi cevap verdi ama …”
diye anlatırken sanki dizi oyuncularından değil de yanı başımızda gerçekleşen bir diyalogdan bahseder gibi oturup kritik yapıyoruz. 

Diziler; sigara, alkol gibi…
Ben değil, psikologlar söylüyor. Gerçekten de bağımlılık yapıp tutsaklarını olumsuz etkiliyor.
Diziden diziye koşan seyircinin, sosyal çevreyle iletişim kurmasına engel oluyor. Aynı ev içindeki bireylerin farklı televizyonlardan izlediği diziler, aile içi kopukluğu körüklüyor.
“Ben dizi mizi izlemem”ciler de farkındalar bunun. O yüzden kamuflaj peşindeler.
Çevremdekilerden biliyorum: Ne kadar kamuflaj yapsalar boş. Çorak araziye çıkınca sırıtıyorlar. Diziler onları da fena vurmuş. Diğerlerinden tek farkları, havaları… 

Aziz dostlar, bugün “Adı Lazım Değil Kanalı”nda yeni bir dizi başlıyor.
Fragmanını gördüm. Kadın öyle zengin öyle zengindi ki…
Adam mı? Onu anlayamadım. Fragmanın başından sonuna kadar sokaklarda koşturup durdu. Atletizm yarışında mıydı ne?

Şimdi de ciddi bir haber…
TRT’de başlayacak diziyi not alın bir yana.
Karda kışda, dağlarda çekiliyor. Adı, Sakarya Fırat… Günümüzün en önemli konusunu, vatan kahramanlarının iç ve dış dünyalarını anlatıyor.
Yapım Osman Sınav’ın…
Kendisi de dahil birkaç yönetmen ve kalabalık bir kadro çalışıyor şu anda.
Kadro dedimse o kelimeyi ağzınızda büyüterek okumanızı dilerim. Çünkü filmlerin gerçek kahramanlarıdır onlar. Çoğu zaman birkaç saatlik uykuyla o zor sahneleri çekerler. Üç gün hiç uyumadan, hayalete dönünceye kadar çalıştıkları da olur. Onlarsız hiçbir iş görülemez ama filmleri izlerken bu olgu akıllara gelmez. Neredeyse tüm yaşamlarını setlerde geçirirler de adlarını bile bilmeyiz. Yapımın sonunda ya hızla geçer o adlar ya da haddini bilmez TV kanalları yayınlamayı külfet sayar da o gerçek kahramanların adları, ekrana yansıtılmadan bitirilir filmler. 

Kimden mi söz ediyorum? Kimden olacak ki?
Kiminin set işçisi kiminin set çalışanı olarak adlandırdığı uz kişilerdir dediğim. 

Tüm bunlardan haberiniz var mıydı?
Bugüne kadar yoksa da oldu artık.
Dilerim her film izleyişinizde bir kezcik de olsa düşünürsünüz onları… 



İdil Tulun



İdil Tulun: ZAMANE GENCİ

Sanmayın ki Şiirdir.  Zamane genci-
nin alt alta sıralanmış vasıflarıdır.
Sabahları kolay  gelemem kendime,
Günaydın demem kimseye,
Mutlu mutlu gülemem;
Her yere geç kalırım,
Hiç yetişemem. 
Öğrenirken ilgim dağılır,
Konudan koparım;
Anlık gel gitler yaşar,
Bir süreden sonra
Boş boş bakarım,
Fark edip uyarırsan,
Kafamı toplarım.
Sözlüye kalkamam heyecanlanırım;
Vizeyi,  finali bir gün kala hatırlarım;
Yazılıda, aklıma gelmez konular, hayıflanırım;
Test olsak, iki şık arasında kalır şaşarım;
Tek bir soruyla ikmale kalırım.
Mısır piramitleri, Mu, Atlantis; merak ederim;
Belgeselleri izlemem, biri anlatsın isterim,
Tarihle yakından ilgilenir, okumaya üşenirim,
Sosyolojidir yüksek lisans hedefim.
Okan Bayülgen ve Murat Bardakçı’dır bilgi hazinelerim.
İlber Ortaylı’yı da sık sık dinlerim.
Bilgiye hasretlere tavsiye ederim.
Kültürdür bütün derdim,
Öğrendiklerimdir zenginliklerim.
Her zaman bilgiyi ararım,
Bazen hata yapar, kendimi tepeye koyarım,
Saçmalıklarımı anlayıp dalga geçene de hayranım;
Samimiysen eğer, kalbimi açarım.
Nietzsche okurken, altını göz kalemiyle çizerim.
Herman Hesse’in Siddartha’sıdır favorim.
Twitter’a girer, kitaplardan alıntı tweetlerim.
Face duvarına da yazar, eklerim;
Kaç kişi beğenmiş, takip ederim.
Gazeteyi ilk ben okumak isterim,
Sayfaları karman çorman ederim.
Politikadan bihaberim,
Her an magazin ekine geçebilirim.*
Ekonomiden anlamam, iktisattır diplomam.
Diploma bir yana, kitaplardır önemli olan.
Matematiği çözeni süper zekâ bellerim,
Lakin toplama-çıkarmayı elle hesap ederim.
Türk Dili bilirim,
Araya yabancı dil serpiştireni şöyle bir süzerim.
Lüksü sever, sanatla ilgilenirim.
Dolma kalemlerim ve yazmaktır en sevdiğim,
Cızırtılı kırkbeşlik dinler;
Filmleri arşivlerim.
Seveni sevemem, seversem sevilemem;
Sarışın, renkli gözlüdür hayalimdeki eşim.
Nedendir peki  esmerlere gönül verişim?
Aileden aristokrattır aklımdan geçen.
Ruhu salaş, arıza bir entelektüeldir kalbimi etkileyen.*
Dengesiz bir “teraziyim”, kararsız bir felaketim,
Tek iyi yanım; adaletim, merhametim…
Korkarım, toplu mülakata giremem.
Servisi yok! İşi kabul edemem.

İşe girer, işleyişi beğenmem.
Çekinirim istifayı veremem.
Telefonsuz yaşayamam.
Konuşmayacağım der, dayanamam;
Gelen faturaya inanamam!
Sinemasız yaşayamam,
Yönetmene bakmadan seçim yapamam.
Cast’ı bilmeden filme başlamam.
Jenerik bitmeden sinemadan çıkamam.
Oyuncularla gönül bağı kurmadan duramam.
“Kumandayı versene…” uzanamam!
Bir filmi birden fazla izler, ayrıntıları kaçıramam.
İzlerken anlamam, ona buna sormadan duramam.
Biri “Sus” demezse konsantrasyonumu toplayamam.
Dostlarla paylaşmadan mutlu olamam,
Hollywood dedikodularını konuşmadan yapamam,
Film kritiği yapmadan rahatlayamam.
Hastalıktan ödüm kopar, sigarayı bırakırım.
“Hava bugün çok güzel” der, yine başlarım.
Vitrinlere bakar, kıyafetleri kafamda kombine ederim;
Sürekli alışveriş listesi yapar, aldıkça üstünü çizerim.
Alamadan modası geçerse listeyi siler, bir yenisini eklerim.
Hep teknolojiyi takip eder, alamayınca boş veririm.
Param varsa beden kalmaz,
Beden varsa zaten yanımda para hiç olmaz.
Yazın yağmur duası eder, şimşek çaksın isterim;
Fırtınayı sever, yazın bitmesini dilerim.
Aşkı ilkbaharda severim,
İki cemre arası bunalıma girerim,
Sonbahar gelir huzura ererim.
Kış başlar, soğuktan titrerim.
Yaza özlem çekerim.
Çayı cam bardakta içer,
Neskafeyi porselende beklerim.
Türk Kahvesi dersen, çok şekerli içerim.
Fal baktırmam, ürkerim;
Bakarken sallamakta süperim.
Karanlıktan korkar, sesleri dinlerim.
Gece lambasını açar, etrafı süzerim;
İçim rahat edince uykuya geçerim.



İdil Tulun