İDİL TULUN *Üzerimizdeki Borcam Travması




Borcam sendromu diye bi’ şey var bence.
Borcamlar elimiz ayağımızdır. Olmaması travmatik bir vakadır. Borcamsız ev susuz yaza benzer. Borcamsız bir evin olması olası değildir. Görülmemiştir. Çünkü; evlenirsin borcam gelir, yeni eve taşınırsın borcam gelir, o evden başka bir eve taşınırsın yine borcam gelir. Kabul günü, altın günü, ev sosyalleşmesi; “eller boş olmaz fantezisi” ve tabii ki borcam gelir. Annesindir; anneler gününde borcam gelebilir, evli ve çocukluysan doğum gününde de borcam gelebilir.
Misafirliğe giderken tatlı matlı yapar borcamınla gidebilirsin. Misafirliğe gittiğin kişi sen farkında olmadığın bir ara borcamını yıkar, itinayla temizler, senin kalkmana yakın poşete koyar, tam sana borcamını geri verirken “Yok yok…” dersin, “…sende kalsın var aynısından zaten… Yok valla kalsın… Aaa, Allahaşkına kalsın”.
Seni ağırlayanda da vardır zaten aynısından. Borcamın orada kalsa bile o da sana gelirken ev usulu bir şey yaptığında borcamınla geri gelebilir. O borcam döner dolaşır sana geri gelir.
Bir de her çeşit en, boy, derinlikte borcamlara sahip olduktan sonra, yeni gelen aynı ebatlardaki hediye borcamların bazıları hiç açılmaz, kutusundan çıkarılmaz. Birine giderken hediye götürülür.
O hediye götürdüğün kişi de, borcamı alır büfesindeki kutusu açılmadan istiflenmiş borcamlarının arasına koyar ve vakti gelince oğlunun/kızının çeyizine itinayla yerleştirir.
Ya da birine hediye götürebilir.
Bence bu sirkülasyon, fotosentez olayı gibi sürüp gidebilir. Size gelen ve kutusu hiç açılmamış bir borcamı hediye ettiğiniz kişi; bir başkasına, o bir başkası da bir başkasına, son başkası da bir başka başkasına derken bir bakmışsın aynı borcam sana gelmiş…
Eğer işaret koymadıysan tanımazsın bile…
Tedavüldeki para gibidir borcamlar; bundan ona, ondan şuna, şundan buna gezer durur.
Yine de boy boy biriken borcamlar önemlidir.
İşlevseldir. Güzeldir. Efsanedir. Sevilesidir ve de iyi ki vardır.
Pasta, kek, börekten lazanyaya; beşamelli sebzelerden etli yemeklere kadar her türlü yiyeceğe yelken açtırır. İştah kabartır, farkına bile varmadan kilo yaptırır.
We love borcam…

İdil Tulun 1.6.2020

GÜNAY TULUN *Kaphamyut'ta Viral Bir Gece


Korona virüsü nedeniyle tüm dünya hastalık ve ölümlerle kırılıyor. Kaphamyut'ta da durum aynı, hatta daha da beter. Ülkeyi yöneten diktatör ile hanedanı muhalif kişi ve grupların yok olmasını planladığı, özgürlüğe inananların kendilerini alaşağı edebileceği ihtimali ve ülkenin tüm servetini zimmetlerine geçerek paylaştıkları için hiçbir tedbir almıyor, alamıyor. Ülkenin sınırları delik deşik, isteyen giriyor, isteyen çıkıp gidiyor. Hastalıkla mücadele edilmemesi için halkın, tıp ekiplerinin ve yardımseverlerin önüne akıl sır ermez büyüklükte zorluklar çıkartılıyor. Çok sayıda ölümlü olay var ama gizleniyor. "Var!" diyenler, olayları fotoğraflayanlar hemen itibarsızlaştırılarak hapse atılıyor. Diktatörün her saçmalığına topuk vurup "Başüstüne!" diyen diktatörden fazla diktatörcü dalkavuklar, bu ölümlerden sorumlu olmalarına aldırmıyorlar. Onlar için olmazsa olmaz tek şey, çıkarları... Onu da diktatörün yaşamasında ve onun tüm arzularını yerine getirmekte görüyorlar. Ülkedeki ahlaklı insanlar büyük baskının getirdiği korku nedeniye ancak gizlice beddua edebiliyor ve yine gizlice "Bunun öte dünyası da var!" diyebiliyorlar. 

Kaphamyut sarayında yapılan bir görüşmenin kayıtları bana kadar ulaştı. Durumun vahametine rağmen salgın yokmuş tavırları sergilendiğini anlamak için kaydın çözümü yetti. Belki kötü örnek olur da aynı muameleyle karşılaşmaktan kurtarır ülkemizi. Onları incelersek bu şansı yakalayabiliriz. Kayıtlardaki "Bubajım, efferim, gayta" gibi hitaplar, orijinal Kaphamyut tabirleriymiş. Bana ilginç geldiği için onları Türkçeye çevirtmeden yayınlatacağım ama bu sözcüklerin ne anlama geldiğini de yazmalıyım. Sırasıyla "kaynatam, kutlarım ve güveyi"... İlginç değil mi?

BİRİNCİ BÖLÜM 
Çağırın! diye haykırdı, "çabuk çağırın hepsini"...
Geldiler Efendim! Kapınızda bekliyorlar, dedi görevli...

Hışımla ayağa kalkmaya çalıştı, dizleri izin vermedi. Zorlukla ve yavaş yavaş ayağa kalkıp gelenlerin karşısına dikildi. Kükreyerek sordu:
Hanginiz lan, hanginiz yaptınız?
- !!!
- Hanginiz sokağa çıkma yasağını icat etti, hanginiz?
- Efendim basının karşısına ben çıktım ama öyle demek istemedim! dedi sağlıkçıların başı...
Ne demek istedin?
- Gereken neyse o yapılır demek istemiştim.
- Tasası sana mı düştü? Ben sana yap emri verdim mi?
- Efendim, tetikçilerin başı olan arkadaş demişti ki!..
- Başlatma şimdi! Tetikçilerin başıymış da mışmış! (Kalabalık fısıldaşır: Fış fış da fışfış.) Ulan sokağa çıkma yasağı koyarsak ihtilal olur be, ihtilal! Biz yasak koymayı düşünemedik mi? Koyalım da şer kuvvetler, bizi çekemeyenler darbe mi yapsın? Her şeyi ben mi akıl edeceğim? (Kalabalık yine fısıldaşır: Yap emri verdim mi demedi mi az evvel? Şşşşş aramızda casuslar var!)
- Efendim biz... Yani düşündük ki! diye araya girmeye çalıştı tetikçilerin başı...
Sus sus! Size düşünme iznini kim verdi? (Kalabalık fısıldayarak: Aha yine terso yaptı.) 
(Duyar ama ne dediklerini anlayamaz.) Defolun karşımdan! Hepiniz!.. 
(Kalabalık koro hâlinde ötüşür.) Başımızla beraber efendim, hemen çıkıyoruz. (Sekerek çıkarlar.)
- Bakınız bubajım! Bakın burası çok önemli, ben de çıkayım mı? der vekilharç...
Sen dur gaytam. Konuşacağız! Ah ah! Bunları da gençlik işlerinin başındaki Stuart gibi döverek kovmak gerek ya neyse... Hişt, görevli! Bize hemen iki çay kap da gel! Hadi oyalanma! 

İKİNCİ BÖLÜM 
- Gaytam bak, bu herifler sokağa çıkmamak falan diyorlar.
- Salak bubajım!
- Ulan sensin salak!
- Size demedim bubajım, olur mu öyle şey! O salaklara söyledim.
- Bir daha dikkat et! Sokak yasağına "he" dersek şu açgözlü halka para vermek şart!
- Aman bubajım, kasa tam takır, veremeyiz! Kasanın içindeki fare bile düşüp kafasını yarmış.
- N'oldu? Benden habersiz... Kutu mutu mu? Ha?
- Yok bubajım ne mümkün!.. Kızınız, refikam hazretlerinin emirleri dışında tek kuruş almadım.
- E ne oldu paralar!
- Bubajım; Ermenistan, İsrail, Amerika, Dubai, İsviçre, Rusya, Azerbaycan, İran, Yunanistan, Sudan Ukrayna ve Arabistan'daki hesaplarınıza yolladık. İngilizlere başka şey verdik. Hepsi çok çok sevindi... Başkanlarıyla banka müdürleri hatta şef ve memurları da size selam edip ayakta alkışladılar. Amerika'dakiler hariç!  
- Heh heh heh! Demek ki öğrendiler sonunda, efferim! Amerika ne iş?
Siz bu dünyanın liderisiniz bubajım. Hatta evrenin... Bakın şurası büyük ehemmiyet arz ediyor. Arabistan Kralı birtakım işler çeviriyor. Amerika'yla gizli gizli görüşüp, parasına el koyun diyormuş. 
- Ulan biz o paraları alın teriyle götürdük. Var mı öyle yağma? Hesapları hemen İsrail'e transfer et!
- Bakın bubajım galiba diliniz sürçtü! Şey dediniz de...
- Ne?
- Götürdük!
- Yok ulan, ben öyle şey söyler miyim! Alın teri dedim, alın teri... 
- Hakkınız var bubajım... 

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM 
- Test kilitlerini getirdin mi hiç söylemedin. 
- Getirmez olur muyum bubajım! Ama onlar kilit değil, kit! 
- Has... Tövbe tövbe... 
- Anladım bubajım, anladım. 
- (Anlaşılmayan mırıltılar.)
- (Sesli sesli nefes alıp verme...)
- Gaytam bak dinle; sokak mokak, yasak masak, para maaş diyen olursa hemen içeri alın!
- Hemen ispiyo... Pardon bubajım. Haber veririm.
- Halkı bölüyorlar. Hepsi vatan haini... Bunları elektrik direğinde  sallandıracaksın, ne güzel olur.
- Evet bubajımÖlen ölür kalan sağlar bizimdir. 
- Efferim lan, çabuk öğrendin bu işleri...
Ölmesinler efendim! Onlara ölün diyen mi var!
- Ulan gaytam, beni de güldürdün, çok yaşa e mi! Kapıdan sesleniver, görevli iki çay daha kapsın! İçim bayıldı yanına o altın tozlu sandviçlerle pastadan da koysun.

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM 
- Bubajım çay da çok güzel ya!
- Gaytam, kilosu 900 dolar, tabii ki güzel olacak!
- Bubajım şu yasak işini kesinlikle yasaklıyoruz değil mi?
- Evet lan gaytam! Lafı tekrarlatma... İşi, "ölen ölür kalan sağlar bizimdir"e bağlattın ya, tamam! Hadi gel iki el tavla atalım. Millet illet! İllet millet! Bak, milletten ne güzel kafiye yaptım.
(Kıkırdama sesi gelir.)
Gaytam hemen iş yapıyormuşuz havası yaratan bir toplantı ayarla. Geç vakitlere kadar çok çalışıyormuş, onlar için çareler arıyormuş gibi gecenin bir yarısında ekranlara çıkıp şu avamlara sesleneyim. Sağlık işlerine atadığım uyanığın yaptığı gibi... Yer enayiler. Para mara vermeyeceğiz ama toplayacağız. Nasıl fikir ama? Hemen bir yardım kampanyası açalım, benim hesap numaralarımı yayınlayın. O bankaların müdürlerine de tembih edin ağızlarını sıkı tutsunlar. Yoksa ben tuttururum. İlk bağışın benden olduğunu duyur. Sen de bir rakam uydur ama benimkinden az olsun. Tabii ki veriyormuş gibi yapıp vermeyeceğiz. Nereden bilecekler! Başkalarının açacağı kampanyalar olursa önemli miktarda para toplanır toplanmaz onlara da el koyup benim hesaplara aktarın. Toplayanı da bağış yapanı da suçlayacak bir şeyler uydur! Sosyal devleti göstermek lazım. 
(Giderek yükselen kıkırdama sesi eşliğinde) Soy sal bubajım soy sal!..

BEŞİNCİ BÖLÜM 
- Bubajım tavlayı getirdim.
- Hadi at zarı! Ha, gece yarısı olunca hatırlat da ihaleci başını kovayım. 
- Niye bubajım! 
- İşi en cimri şirkete vermiş. Gerçi "onlara ver" demiştim ama sonradan aklıma geldi, hakkımızı yiyorlar, payımızdan çalıyorlar, üstelik verirken de elleri titriyor. Racona ters bunlar.
- Hatırlatıcam bubajım! Söylerken yanınızda olup keyfini çakarmak isterim.
- Tamam gaytam, haber ederim. Bu herifi kovarsak millet zokayı yutup "Bak o ihale başkanımız istemediği hâlde açılmış, yoksa azletmezdi!" diye düşünür. Sen de bu arada alttan alta işleri yürütürsün. Kovduktan sonra ihaleciye üç beş bir şeyler verip gönlünü al. Bubajımdandır dersin.
- Zevkle bubajım, zevkle... Bir de şu tetikçi başını halletsen.
- Olur mu lan! O bize lazım. Sonunda her şeyi onun üstüne yıkacağız. Bakın bu yaptı diye!
- Müthişsiniz bubajım, müthiş! Müthişten de öte müthişsiniz.


ALTINCI BÖLÜM 
- Bubajım seba-i dü geldi hapissin çıkamazsın! Ama seba-i dü yerine hep şeş oynadın!
(Şırrakkk sesi) Hadi oyna lan gaytam, oyna!
- Ebüveee ebüveeee! Ne vuruyorsun lan, yani pardon şey, bubajım. Ebüve!.. 

KAYIT SONU
Kayıt ağlama sesleri arasında maalesef burada son buluyor.
Kaphamyut'la ilgili yeni bir bilgi gelirse onları da sizlerle paylaşacağım. Şunu da itiraf etmeliyim ki, yeryüzünde Kaphamyut adlı bir ülke olduğunu ben de bu ses kayıtları sayesinde öğrendim. Atlas'ı açtım aradım taradım bu adı taşıyan bir ülke bulamadım. Aynı taramayı internet üzerinden de yaptım. Oradan da eli boş döndüm. O ülkeyi bizler başka bir adla tanıyor olabiliriz. Nasıl ki USA bizim için ABD, Britanya İngiltere, Deutschland Almanya ise bu ülkenin de başka bir adı olabilir. Lütfen ararken bu ihtimali unutmayın!




    Günay Tulun 29 Mart 2020

İDİL TULUN *Huzur! Geldiğinde Zili Beş Kez Çal

26 Nisan 1986’da Çernobil patladı. 
O yıllardan itibaren bilinçaltımıza sürekli şunlar işlendi: 
Radyasyonlu çay!.. 
                     - Radyasyonlu hava!..
                     - Radyasyonlu yiyecekler!.. 
                     - Şu ürün şöyle radyasyonlu, bu toprakta yetişen böyle radyasyonlu... 

Zamanın bakanı çıkıp "Ahanda çay! Bakıııın nasıl da içiyorum!" edasıyla ekranlarda bardağını kaldırıp höpürttedenek bi’ fırt aldı çayından... "Hiçbir şey olmadı, siz de için!” tarzında mesajlar vererek “Her şey yolunda.” algısı yarattı.

Ancak halkın bilinçli kesimi “Radyasyon” konusunda tedirgindi. Kendilerini ve aile bireylerini korumak adına kendi önlemlerini ellerinden geldiğince kendi imkânlarıyla almaya çalışıyorlardı.
Nasıl mesela?

- Patlama öncesinde üretilmiş ama tarihi geçmemiş ürünleri bulup almak gibi...
- Odalara tentürdiyot dolu kaplar koyarak radyoaktif iyodun girişini engellemek gibi...
- Şüpheli gıdalardan uzak durmak gibi...
- Asit yağmurlarıyla ıslanmamak için havayı gözlem altına almak gibi...
- Çevreyle ilgili her konuda temkini elden bırakmamak gibi...

Çünkü radyasyona yakından maruz kalırsan anında öldürürdü, lakin toprağa, havaya, suya vs yere karıştıysa karıştığı yerdeki etkisi yıllarca sürerdi. Misal, topraktan gıdaya karışırdı. Gıdayla veya şunla bunla bünyeye alırsan şimdi değil 20-30 yıl sonra kanser yapabilirdi.

Hâl böyle olunca şöyle replikler oluştu bilinçli kesimin dilinde:
- Onu yeme kanserojen!..
- Bunu yeme kanserojen!..
Radyasyon demek bir nevi “kanser” demekti. Yıllar sonra olabilirdi.

80 çocukları/gençleri olarak biz de bi' dal alır mıydık tüm bunlardan?
Kaçar mı? Aldık tabii!..
Hatta absorbe ettik, yaladık yuttuk.
Sürekli bu söylemlerle büyüdük farkında olmadan.

Çernobil travmasını biraz üzerimizden attıktan sonra, 90’lardan itibaren pompalanan genetiği değiştirilmiş gıdalar, soluduğumuz pis hava, delinen ozon tabakası sonucunda güneşin yaydığı zararlı ultraviyole ışınlar ve bunlar hakkında yazıp çizilenler sardı beynimizi...
Ham maddesi petrolden olan pet şişeler, plastik ürünler, polyester, akrilik, polar gibi "hede hödöler"  de ucuz maliyetleriyle evlerimizi doldurdu. Ham maddesi yine petrole dayalı giyim malzemeleri, gıda kapları, parabenli, alüminyumlu, SLES'li, SLS’li, şunlu bunlu kozmetik ve sağlık ürünlerinin içindeki kanserojen maddeler, her yerden bunların zararları hakkında dikte edilenler, kamu spotları ve ürün üzerindeki hastalık yapıcı ıvır zıvır ibareler de akıllarımıza işlenmeye devam edip durdu.

Dolayısıyla, tüm bu dönemlerin gençleri ve çocukları, bilinçaltı ya da direk yoldan aldıkları mesajları bilinçaltlarına veya bilinç düzeylerine bir bir kazıdılar.

İstisnalar dışında, şimdinin bilinçli yetişkinleri -yani çoğu 80’lerin genci veya çocukları- anksiyetik tipler oldu. Sağlık anksiyetesinden paylarına düşeni ziyadesiyle aldılar.

Şimdi onların çocukları, "Coronavirüs namıdiğer Covid-19" pandemisi davasıyla;
Onu elleme!..
Buna dokunma!..
Ona yaklaşma!..
Hiçbir yerle ve hiç kimseyle temas etme! ikazlarına maruz kalıyorlar mecburen...

Ebeveynler haklı!..
Hepimiz tedirginiz.
- Eğer bu pandemi belası aylara yıllara yayılırsa?..
Bilindiği üzere küçüklükte yaşanan; mutluluk, mutsuzluk, şiddet, korku, kaygı, endişe ve benzeri duygu durumları bilinçaltına kazınır. Yetişkinlerden daha çok yerleşir çocukların beynine...

Dolayısıyla ne olacak?
Covid-19 ve bu tip bir pandeminin çocuklar, ergenler, hatta belki de yetişkinler üzerinde yaratacağı anksiyetik etki, yıllar sonra ortaya çıkması olası bazı tatsızlıklara neden olacak!

Artık sağlık anksiyeteleri mi olur, agorafobik mi olurlar, insanlardan uzak asosyal davranışlar içerisinde mi olurlar, bilemiyorum. Bu iş uzarsa ne yazık ki, içinde bulunduğumuz durumun psikolojik yansımalarının ceremesini az önce saydığım o kitle, geçmişte bizim çektiğimiz gibi çekecekler.

Umarım bu Covid-19 davası tekrarlanmamacasına biter de kısa dönemde hafızalardan silinir gider. Ne çocuklar etkilensin isterim ne de büyükler!..

Hey be huzur! Neredesin?
Oyun bitti, herkes eve gitti, çık artık ortaya!
Huuuuuuzuuur!..
Eğer gelirsen, zili beş kez çal!
Çal ki gerçek misin hayal mi anlaşılsın!





 İdil Tulun 12.5.2020

İDİL TULUN *Karantina ve Gelgitli Ruh Hâllerimiz






KARANTİNA GÜNLÜKLERİM "12.04.2020"
Tarihler boyu dünyayı etkileyen büyük salgın hastalıklar olmuş. Jüstinyen vebası, Kara veba, kolera salgınları, İspanyol gribi, Asya gribi vb. gibi uzun zaman süren hatta tekrarlayan, dünyayı etkisi altına alan salgınlar... Bizim çağımıza düşen de Korona virüs pandemisi oldu. Ufak ufak Kuş gribi, Ebola virüs, Domuz gribi, Sars, Mers derken bir anda bu son ikisinin karışımı olan Covid-19 adı verilen bir virüs türeyiverdi 20 Aralık 2019 günü Çin’in Wǔhàn kentinde... Açılımı şöyle: CO, Korona'nın cosu; VI, virüs D, december yani aralık ayı, 19 da 2019...

Bu hastalığın, Çin pazarında satılan yarasadan çorba yapan bir Çinlinin virüs kapmasıyla Çin halkına bulaştığı söyleniyor. Oradan uçak yoluyla İtalya, İspanya derken ver elini bütün dünya...
Hah, bize de bu düştü. İçinde bulunduğumuz çağa...

Tabii ki Türkiye de tüm dünya gibi payına düşeni aldı ve yaşıyor. Daha doğrusu yaşamıyor, hayat durdu. Dünyada hayat durdu. Durdu derken durmadı da yaşam akışı kesildi. “Sosyal mesafe” diye bir terim türedi ya da vardı da biz yeni öğrendik. “Social distancing”...

Neyse virüs bulaşmasın diye önce insanlar maske ve eldiven takmaya başladılar. Ama bir de baktık ki o da yetmiyor. Hastanelere kaldırılanlar, entübe olanlar, yoğun bakıma yatanlar, vefat edenler...
İyileşenler de var tabii...

Önce yetmiş yaş üstü kurtulamıyor dendi. Sonra yaş ortalaması ellilere indi. Daha sonra da yaş otuza, kırka indi. Görünen o ki, bağışıklığı düşük olsun olmasın insana bulaşıyor.

Bulaşma kapasitesi çok kolay ve çok hızlı bir virüsmüş. Virüs "bulaş oldu"ktan sonra -o da ne demekse- on dört ila yirmi sekiz günde aktif hâle gelebiliyor. Daha ziyade on dört gün kabul gördü. O yüzden on dört günlük karantina uygulanmaya başladı. Virüsü kaptığından şüphe edenler başkasına bulaştırmamak için veya virüsü kapıp iyileşen herkes yeniden aktive olma ihtimaline karşı on dört gün izole olacak. Kapan tekrar kapabiliyor. Herkes evine kapanmaya başladı yavaş yavaş...

Hâl böyle olunca, insanlar birbirine uzak kalmaya başladılar. Önce toplu taşımalardan uzaklaşıldı. Tüm dünyada önlemler ve yasaklar başladı. Türkiye için sıralama şöyle oldu; İlk olarak okullar tatil oldu, aynı anda kafeler kapatıldı, sonra bazı iş yerlerleri “home-office” olarak bildiğimiz evden çalışma olayına geçtiler. Derken iş gittikçe büyüdü ve altmış beş yaş üstüne sokağa çıkma yasağı geldi. O arada sayfiye yerleri, mesire alanları, parklar AVM’ler onlar bunlar kapatıldı. Ardından yirmi yaş altına sokağa çıkma yasağı derken hooop, hafta sonları sokağa çıkma yasağı gibi kademeli izolasyon sağlanmaya başladı. Belki daha da uzatırlar. Bazı ülkeler hemen tüm ülke genelinde sokağa çıkma yasağı ilan etti ki en iyisi de buydu.

Sonuç olarak evlerine hem zorunlu hem gönüllü olarak kapanan herkesde birtakım hâller oluşmaya başladı. Yeni huylar, yeni alışkanlıklar yeni anksiyeteler edindik dünyaca... 

YEPYENİ ALIŞKANLIKLAR GICIR GICIR GELGİTLER
Onları gözlemledim ve birazını maddeler hâlinde, hemen şimdi örnekleyeceğim. Birazını mı? Buyursunlar:

* “Bence abartılıyor.” düşüncesinden “durum çok kötü”ye evrilen sonra yine “Çevremde hiç bulaşan yok, gereksiz mi kasıyoruz acaba?”ya, oradan da  “Ay! Evden burnumuzu çıkarmayalım ortam feci..”ye doğru gidip gelen düşünceler silsilesi…
* Evde sürekli bir bayram temizliği yapmak.
* Evdeki tüm dolap, baza, raf, çekmece içlerini düzenlemek, gereksizleri elemek, atmak, vermek.
* "Zoom" toplantılarına katılmak.
* “Sosyal hayatta görüşemiyorsak teknolojiden yararlanalım.” diyerek 150 tane "WhatsApp" grubu açıp “Off, sürekli mesaj geliyor, yetişemiyorum, beynim eridi çın çın, başka iş yapamaz oldum.” diyerek grupları sessize almak. Sonra yine sesini açmak sonra yine sessize...
* Uygulama üzerinden arkadaşlarla çoklu görüntülü sohbet yapmak.
* Toplu yapılan görüntülü sohbet "screenshotlarını stroy"de yayınlamak.
* İnsanların kayıtsızlığına sinirlenip eleştirmek.
* “Ay boğazım ağrıyor iki gündür, kesin bulaştı” kafasına girmek.
* Bacak ağrıları...
* Buzdolabıyla gereksiz yakınlaşmalar.
* Bi’ sigara yakıp sigarayı bırakmaya karar vermek.
* Bi’ gün sigarayı azaltmak diğer gün çoğaltmak.
* Aç kalmayalım diye şuursuzca aldığın un, yumurta, süt gibi istif gıdaları fütursuzca börek, çörek, kek, poğaça yapımıyla tüketmek.
* Ev yapımı ekmeğini pişirir pişirmez "stroy"’da paylaşmak.
* Her gün vitamin içmek.
* Bilumum multi-vitamin ürünlerinin peşine düşmek.
* “Artık çok daha steril yaşamalıyım” kafasıyla ultra hijyenik ve temkinli davranma kararı alıp “Amaan dünyanın sonu gelmiş, istediğimi yer içerim, yaparım.” kafası arasında gidip gelmek.
* Obsesif kompulsif hareketler... OCD eğilimleri.
* Online uygulamalardan, toplasan beş kez yapacağın spor için, spor gereçleri siparişleri vermek.
* Arada bir, sokağa çıkma yasağı gelecek korkusuyla kıtlık endişesine kapılıp gerekli gereksiz market alışverişi yapmak.
* Sağdan soldan komplo teorilerini okuyup okuyup "kesin 5G’den, yok yok ekonomi değişecek, Çin öyle olacak, Amerika böyle olacak, AB şooolacak, aslında pandemi yok, gerçekten pandemi var, sayıları saklıyorlar, olduğundan az söylüyorlar, sayıları fazla söylüyorlar başka şeyden ölenleri de Korona diye yazıyorlar, sanayi devrimi gibi teknolojik devrim, biyolojik savaş, bence kendileri çıkardı önünü alamadılar, yok yok doğal yolla çıktı adam yarasa yemiş, önceden biliniyordu bu virüs" vb varyasyonlardan "insana ihtiyaç kalmadı insanların yaptığı işleri robotlar yapacak, robotları ve dijitalizmi hayata sokacaklar o yüzden dünya nüfusunu 7.5 milyardan 500 milyona düşüreceklermiş, uzaylılar yaptı, bence insan nüfusu azaldıktan sonra dünyayı uzaylılar istila edecek" gibi çılgın fikirlere yelken açmak...
* “Korona da neymiş, bana bi’şey olmaz.” düşüncesiyle “Hepimize bulaşacak Korona'lanıcağız” düşüncesi arasında gidip gelmek. Söylemesi bile zor değil mi? Korona'lanıcağız!.. 
* İstif yapmak, yapmaya yeltenmek.  
* Sürekli yemek yapmak.  
* “Öksürdüm, kuru mu öksürdüm yoksa, yok yahu anlık bi’ gıcık geldi” şeklinde iç monologlar.
* “Oram buram ağrıyor” hâli.
* “Bak ben geçen ay bi’ grip oldum. O zaman bilinmiyordu. Kesin Korona'ydım çok acayipti çünkü” tezleri...

SÖZÜ UZATMAK İSTEMİYORUM 
Gerçekten de sözü uzatmak istemiyorum.
Şu gelgitleri de mutlaka yazmam gerek. Hemen bitireceğim.

* İnstagram’da bütün astrologları takibe almak, aniden gelişen astroloji merakı.
* Korona pozitif haberi gelen ünlüyü hemen instagram’da "stalklamak".
* Komik "caps"ları birbirine yollamak.
* Nostradamus türevi kâhinlerin dediklerini düşünmek.
* Bir gün “Çok yakında biteceğine inanmak”, diğer gün “yıllar sürecek yandık bittik" kafasına girmek.
* Bakımlı olmaya devam diyerek "düzenli iyi giyinme, evde bile olsam makyajım da tam olmalı" fikriyle "cildimi dinlendireceğim, makyaj, saç boyama, fön, oje sürme işlerine ara vereceğim" fikri arasında gidip gelmek.
* ”Bu da mı bize denk geldi ya?” diye içinde bulunduğun çağa, jenerasyonuna söylenmek.
* "WhatsApp"a gelen videolara “Abi artık yollamayın, ben artık bakmıyorum, görmek istemiyorum deyip 2 saat sonra WhatsApp grubuna  video göndermek.
* Korona virüs yüzünden, "bir tek kendisinin ekonomisinin, psikolojisinin çöktüğünü sanıp yakınanlar"a sinirlenip atar yapmak.
* Durmadan haber izlemeye başlamak.
* Durmadan ana haberleri, haber sonrası yorum programları, bilumum tıp doktoru ve bilim adamlarının bulunduğu  programları, ekonomi programlarını, komplo teorisi haberlerini izlemek.
* Bir daha haber izlemeyeceğim diye karar almak sonra yine izlemek.
* Cerrahi el yıkama tekniğiyle el yıkamak.
* “Evde ailemle daha çok vakit geçiriyorum, evimde mutluyum” kafasından “Yeter ulan yarın kendimi dışarı atacağım” düşüncesi arasında gidip gelmek.
* Cep telefonuna online sipariş verilebilen tüm market vb. uygulamalarını yüklemek.
* Arada bir, kaç tane tuvalet kağıdı kaldığına göz ucuyla bakmak.
* "Netflix" bağımlısı olmak.
* Bir diziye başlayıp yarım bırakmak, bir başkasına başlayıp onu da yarım bırakmak.
* Kitap okurken 5 sayfa ne okuduğunu bilmeden, kendini “ Ne zaman bitecek bu Korona” diye düşünürken bulmak.
* Geç yatmak, geç kalkmak.
* Aşırı spor yaptıktan sonra gereksizce abur cubur yemek.

UZUN SÖZÜN KISASI NASIL OLUR 
Ben bitirmeye çalıştıkça yazı uzayıp gidiyor.
Korona için de böyle söylüyorlar, belki o yüzdendir. Yıllarca sürecekmiş!
Şunları da ekler eklemez, susacağım.

* Astroloji’de hangi burç etkisindeyiz, 1920’de İspanyol Gribi’nde hangi gezegenler hangi burçtaydı. Vebada, hummada efendime söyleyeyim Kuş gribinde, Domuz gribinde, SARS’ta, MERS’de gezegenlerin konumu neydi hesaplamalarına yönelip bi’ bağlantı arama eğilimi.
* Marketten gelen torbaları, onları bunları bi‘ gün balkonda bekletip ertesi gün sabunla yıkayıp öyle açmak.
* Saçma bi atalet hâline bürünmek ile aşırı aktif iş yapar modu arasında geçişler yapmak.
* Aşırı bi’ "story" atma hâli.
* Balkonda konuşlanmak.
* Evinin sokağında volta atmak.
* Baş ağrısı.
* Market vb işler için evden çıkıp, döndüğünde büyük suçluluk ve pişmanlık dolu bir ruh hâli.
* Eski resimleri paylaşıp durmak.
* Aniden diyete girip, “E, amaan! Zaten dünyanın sonu geliyor hiç kasamayacağım.” deyip diyeti bozmak.
* "Yok abi hiç çıkmıyorum ben!” dediğin arkadaşlarının “Bize de mi Korona?” sitemlerine “Kralı gelse Korona!” açıklaması yapmak.
* Bu insanlıkta derin izler bırakacak sosyolojik bir olay gibi rasyonel yorumlardan, Atlantis'in de aşırı teknolojiden sonu geldi, dünyanın sonu geliyor zaten 2012’de bütün dünyada gök yüzünden duyulan o garip sesler surdu. 'Birinci sur üflendi.' kaldı geriye iki" diye gizemli konulara yönelmek.
* Sıkkınlık, bıkkınlık, bezginlik, stres, gerginlik, evham, anksiyete, üzüntü, agresyon hâlleri arasında geçişler yapmak.
* Sürekli sabit telefona bakmaktan boyun tutulmaları.
* Ünlülerin açtığı "Instagram" canlı yayınlarına katılıp 5 dakika duramadan çıkmak.
* Üçlü koltukla bütünleşmek.
* Kendini sürekli bi’ "Hollywood" filmi içerisinde gibi hissedip arada bir olayların gerçekliğine inanamamak.
* Nasıl bir dünyaya uyandık düşüncesi ve içsel sorgulamalar.
* Gargara yapmak.

UZUN SÖZÜN KISASI ŞÖYLE OLUYOR: İNANIN BİTİRİYORUM
Vallahi de billahi de bu son bölüm.
Üstelik diğerlerinden kısa olacak. Dua edelim de insan hayatı kısa olmasın.

* "Artık hiç bi' şey eskisi gibi olmayacak yeni düzene ayak uydurmalıyım." diyerek farklı "home-office" sektör arayışları.
* Film/dizi önerileri almak/vermek.
* Gereksiz instagram filtreleriyle denemeler yapmak
* Yolda yürürken insan görünce aniden yolunu değiştirmek.
* Her dakika eline koluna kolonya püskürtmek.
* Göz seyirmesi.
* Alışveriş sitelerinden kıyafetleri, onları bunları sanal sepete atıp, aniden gelen “Paramı tutmalıyım, ne olacağı belli değil, kargoculara da boş yere yük olmayayım.” düşüncesiyle 2 saatte seçtiğin tüm ürünleri almaktan vazgeçip iptal etmek.
* İnstagram üzerinden "challenger"lere katılmak.
* Maske ve eldiven takmak.
* Antidepresana başlamak.
* Birtakım doktor ve bakanlıkları "Twitter’dan, Instagram"dan takibe almak.
* "Amannn bir aya biter!" kafasıyla "Kesin 2 sene böyleyiz!" kafası arasında gidip gelmek.

Söz verdim, sözümü tuttum. Şahitsiniz, yazı bitti işte!
Şimdi sıra Korona'yı biitirmekte...

Var mı eklemek isteyen?


İdil Tulun 12 Nisan 2020