İdil Tulun: LEYLA’NIN VOKSİSİ

Yakın arkadaşlarımdan Leyla’nın, bir zamanlar; emektar mı emektar, külüstür mü külüstür bir VosWos’u vardı. 70 küsur model falan… Muhtemelen!..
Hani şu kaplumbağa denenlerden…
Gerçi günümüze uygun bir arabası daha vardı ama VosWos’u da kullanırdı sıkça…Bir gün iş seyahatine çıkması gerekti. Öyle durumlarda birçokları gibi Havaş otoparkına kadar kendi aracıyla gelir, otosunu orada bırakır; seyahat dönüşünde de taksilerle kovalamaca oynayıp sinirlerini bozmadan kendi aracına binip evinin yolunu tutardı. O gün, bir haftalığına şehir dışına çıkarken, kanımca, diğer arabası otoparkta zarar görebilir diye Wolkswagen’iyle çıkmıştı yola… Kozyatağı’ndaki Havaş otoparkına bıraktı arabayı. Sonra da gönül rahatlığıyla gitti yoluna… 


O İstanbul dışındayken, tesadüfen Havaş otoparkının yanından geçtim.
Bir baktım otopark yok! Evet, evet koskoca otopark yok! Yerindeyse ilk katı tamamlanmak üzere olan bir inşaat var.
Hemen açtım telefonu: “Leyla! Otopark yerinde yok!”
Cevap: “Manyama!.. Yerini karıştırmışsındır her zamanki gibi.”
Evet yolları karıştırırdım hep, ama bu kez emindim.
Dedim: “Valla yok!”.
İnanmadı. 


Bir hafta sonra döndü bizimki…
Gecenin bir yarısı, yürekleri hoplatan telefonun sesi ve bir feryat: ”İdil! Otopark yerinde yok!”
Bu cümlenin patenti benimmiş de kaçak kullanan biri varmış gibi irkildim.
Dedim: “Dur, bekle, geliyorum!”Annemlere anlattım: “Böyleyken böyle, ben gidiyorum bi.”
Babam “bıdı bıdı” yaptı. Annem “ay may” dedi.
Neyse çıktım evden. Vardım otoparkın olması gereken yere. Biraz merhaba biraz da hoş geldin töreni ve hemen tıklattık güvenlik kulübesinin camını… İçeriden, ölmüş de üstüne sinekler konmuş yaşlarında bir güvenlikçi dede çıkmaz mı? Sorduk birlikte… 
Dedi ki, “Abla, otopark gitti. İnşaat başladı.” 
Onu biz bile görebiliyorduk tabii…
- İyi ama arabamız nerede?
- Göztepe E5′teki bilmem ne benzincisine çekildi tüm arabalar.
- Yalnız bizim arabanın altı yarıktı, ön sürücü koltuğu her an düşebilirdi, ya öyle olduysa? Güvenlikçi dede, “Ben bilmem” dedi hâliyle…Gerçekten de arabanın ön koltuğunun altı yarıktı boydan boya. Arabalardan çok anlamadığımdan burada tam olarak tarif edemiyorum ama içine oturup sürücü koltuğunun yanına doğru baktığında, arabanın altından akıp giden yolu görürdün hemen…
Fred Çakmaktaş’ın arabasındaymışsın da sanki ayakların her an fren yapmak için yere değecekmiş gibi… 

Neyse, gittik bulduk arabayı…Sağ taraf ve koltuğun arka kısmındaki yer tam “J” şeklinde yarılmış, kopmak üzere… Alttaki sac, sadece sol taraftan tutuyor. Giderken yolun göründüğü de malum. 
Daytona yarışlarında, pist kenarında durmak bundan daha güvenli.
Koltuk düşmesin diye, enine doğru koyduğumuz bir demirle aklımız sıra destek bile yaptık. 
Yaptık ama içim rahat değil…
Dedim: “Leyla, ben bu arabaya binmem. Sen sürerken koltuk kopar, yere yapışır, kaza yaparız.”
Dedi ki: “Sizin ev yakın. Bence bir şey olmaz.”
Sanki gidilecek yerin yakın oluşu kazaları önlermiş gibi…
Bir an bana da olmaz gibi geldi, cesaretlendim.
Galeyana gelip, daldım arabanın içine…
Çalıştırdı arabayı, koyulduk yola… 


Kullanırken yoğun bir dikkat sarf etmesine karşın, bana düşen görev de bayağı zorluydu. 
Koltuğun ağırlığını hafifletmek için, sağ yanından tutup yukarı doğru kaldırdım yol boyu… 
Kollarım koptu, ellerim uyuştu; sırtıma, belime ağrılar saplandı. 
Yine de pes etmemeye kararlıydım.
Hızlı gidip hemen eve varmaya çalışıyor; sonra korkuyla yavaşlıyorduk. 
Ya hızla giderken sac kopar da asfalta yapışırsak?..
Yakın denen yolsa uzadıkça uzuyordu. 

Çok şükür! Sonunda vardık kazasız belasız… 

Araba bir hafta kadar evin otoparkında yattı.
Bir sabah, Leyla’nın babası geldi; alıp götürdü Voksi’yi…

Aklıma geldi gece gece nedense…
Aklıma gelince de yazasım geldi.
Güzel günlerdi.
Günler mi güzeldi yoksa akılsız davranışların selametle bitmesi mi?
Ne bileyim, güzeldi işte… 



İdil Tulun